ana sayfa hakkımda şiirlerim yorumlar
1
2
3
4
5
tüm yazılarım
facebook | Hatice OLGUN Twitter | Hatice OLGUN
Ana Sayfa
Menü
Öz Geçmiş
Yazılarım
Çizimlerim
Şiirlerim
Fotoğraf Galerisi
Haber & Söyleşi
Yazarlardan
Yorumlar
Bana Ulaşın
Yazılarım / Kimin Sanatçısı.. « geri
Geçenlerde Nazan Öncel’in bir şarkısını arıyordum internet üzerinden. Gayri ihtiyari “nolur, sen de garip açıklamalar yapma, bazı meslektaşların gibi davranma gözünü seveyim..” derken buldum kendimi. Durup dururken düşünmemiştim bunları tabi ki.. Son günlerde sanatçı bildiklerimizle sanatını sevdiklerimiz, öyle garip birer tavra bürünmüşlerdi ki, bizler artık onları sevme- dinleme- izleme hakkımız olup olmadığını dahi sorgular olmuştuk

Elbette her meslek grubunun kendi aralarında ideolojik yanları itibarıyla birleştiği sendikal faaliyetleri vardı. Ve biz alışkındık aslında, her fırsatta gerek sözleriyle, gerekse eserleriyle ideolojilerini ortaya koymalarına..

Buraya kadar sorun da yoktu üstelik. Yine seviyorduk, yine seyrediyorduk; kendileriyle büyüdüğümüz, halen çocuklarımızı dahi kendileriyle büyüttüğümüz Yeşilçam filmlerindeki Tarık Akan’ı, Müjde Ar’ı, Kadir İnanır’ı..

“Aman, uçurtmalar vurulmasın” diyerek Nur Sürer’i .. “Balkız”daki içler acısı haline acıyarak İlyas Salman’ı..  Ve eleştirellikte bunca yoldan çıkmadığı, daha ölçülü ve kabul edilebilir dönemlerinde Levent Kırca’yı..

Hepsi rol icabı “katil” de oldular, “hırsız” da, “yankesici”de.. Rol icabı aldatıldıkları gibi, gözlerimizin önünde aldattılar da. Yalan söylediler, yüzleri kızardı rol icabı çoğunca..  

“Ayyaş”ı oynamıyorlardı ama gün geldi içtiler kör kütük özel hayatlarında da.. Üç gün biriyle, beş gün diğeriyle anıldılar. Şurda burda uygunsuz yakalandılar. Rol icabı da değildi bu kez üstelik..  

İçlerinden sarışın, hoş bir bayanın; seçimlerine istinaden “çoban” yakıştırmasını yaptığı o “halk” yine de sevdi bir çoğunu.. Her şeye rağmen “İzlemem, seyretmem, dinlemem” demedi.

Zira o halk bazen “çoban”sa da, sapla samanı ayırma yetisindeydi hep ki; hareketlerini hiç mi hiç tasvip etmediğinin, sanatını illa ki sevdi. Kasetini, filmini, plağını aldı. Fotoğrafını başköşesine koydu. Laf ettirmedi, etmedi.

***

Ta ki içlerinden bir kısmının şimdilerdeki garip, acınası, kutuplaştırıcı açıklamalarına kadar… Peki, neler olmuştu o sahnede, hatırlayalım malum “gösteri”yi hele..

Önce Fazıl say adındaki piyanistimiz çıktı sahneye.. Çaldı, çaldı... Çok anladığımız bir müzik türü değildi yaptığı. Bir iki magazinci, çok ünlü bir hanımla tatil mekânlarından birinde ardından koşturmasa açıkçası çok fazla tanımıyorduk da..

Olsun dedik, müziğine kulak kabarttık, bizde değilse de beynelminel alanı varmış, alkışladık. Yine de bi rahatsızlığı var gibi durdu çoğunca. Baklayı ha çıkardı ha çıkaracak derken bir gün bi baktık.. Dünyada onca şiir dururken, başka bir dolu şiirine de itibar etmeden aynı şairin; Ömer Hayyam’dan sosyal- kültürel- dinsel hassasiyetleri kaşıyan o dörtlüğüne atıf yaptı, bir yandan da akşam ezanı okuyan müzezzine sataştı.

Büyük tepkiler aldı. Yine de aklı başında tepki sahipleri, bazı toplumsal baskıları sorguladığımız bu günlerde; “Fazıl Say ya da başka herhangi kimse bunun için cezai yaptırımla karşılaşmasın, ama sözlü sataşmaya karşılık sözlü cevap hakları sonuna dek kullanılsın” gözüyle baktı.

O cevap hakları sebebiyle sosyal medya çalkalandı, çalkalandı. Olay istenmeyen biçimde yargıya taşındı. Bu taşınma da abartılsa da, öte yandan “hassas değerlere saldırı”nın  ilk taşınması da değildi yargıya..

Vaktiyle Güner Ümit; Alevi’ler için edilmiş, onların hassasiyetlerine dokunan tek bir talihsiz cümlesi yüzünden ”aforoz” edilmemiş miydi bu alemden? Hem de izi bile kalmayacak biçimde ve defalarca özür dilemesine rağmen?

Aynı biçimde ve aynı sebepten, Mehmet Ali Erbil, aylarca işsiz kalarak ağır bir bedel ödemiş ve bi daha da eski yerine gelememiş değil miydi zaten?

En az bu iki vaka kadar masum olmayan ve kabul etmeseler de Türkiye’nin “daha demokrat” bir zamanına rastladığından hesap sorulması da “tefe konan” Fazıl Say’ın ardından Şevval Sam geldi sahneye.

Kalbini, hissettiklerini ve söylemek istediklerini tam olarak bilmemekle birlikte, Şevval Sam “benim için yalnızca tekstil parçası” dediği “başörtüsü”ne dair fikriyle bir kez daha aynı hassasiyet e dokundu.

Halbuki, farkında olmasa da dokunduğu bir tekstil parçası değildi. Şevval Sam (daha dün doğmadığına göre, uzaktan uzağa bir görmüş- duymuşluğu varsa da) nereden bilsindi, yıllarca bu ülkede başörtüsüyle girilemeyecek bin tane alanın varlığını..  

Nereden bilsindi; çok değil yakın zaman önce bu ülkede başörtüsüyle okula gidilemeyen, meclisten azarlanarak çıkarılan, gece vakti kapısı çalınan, işe alınmayan, çocuğu günlük hayatta itilen kakılan, oğlunun diploma törenine katılınamayan alanlar olduğunu.

Nereden bilsindi; okula da gitmişti, çocuğu- kendi böyle fişlenmemişti, (en azından bu sebepten) işsiz de değildi.. O bütün alanları herkese açık biliyordu, zira nereye isterse hep girmişti.

İlyas Salman’ın “inanç”larımıza dair bin beter hakaretlerini duyunca Allah biliyor, Şevval Sam’ın (yüzündeki iyi ışığın ve insan tarafın hatırına olsa gerek) yine de çok hırpalanmasını istemedim. Şahsen, başka bir şeyi kast etmek istediği iyi niyetiyle hareket ettim.

Derken.. Seçimlere dair anketlerin konuşulduğu bir televizyon programına katılan Müjdat Gezen; aynı ekolden Aziz Nesin’in yıllar önce söylediği bilinen; “Türkiye’nin % 60’ı aptaldır” sözüne atıfta bulunarak, % 50 çıkan AK Parti anketlerinin Aziz Nesin kriterlerine göre % 60 çıkması gerektiğini belirtti.  

Kısacası Gezen’in; % 60’a tam da “aptal” demenin bir yolunu denediği o programda “düzeyli “ gazeteciler Uğur Dündar ile Yılmaz Özdil o “espri”den fazlaca hoşlanmış olacak ki gülümseyerek desteklediler.

Aynı şahsın en son “tuvalet kağıtlı ifadelerini buraya almak dahi utanç vericiyken.. Eee Sayın Müjdat Gezen, ben şimdi “aptal” gibi çıkıp da, tv’de seni nasıl edip izlesem?

Repliğindeki gülünesi yerlerde, dolaylı yoldan sarf ettiğin bal gibi de “aptal” hitabını sindirip de şimdi nasıl hiç bi şeycik olmamış gibi gülsem?

Bırak gülmeyi, sen çıkıp da“en tabi hakkımı, benim “oy”umu sorguladığın gün var ya.. Doğrusu yalan olur, içimde o gün sana dair bir ürkme hasıl olmadı dersem. Kısaca seni artık pek de seyredemiyorum, itiraf istersen.

***

Biter mi hiç.. “Daha karpuz keseceedik”..Serra Yılmaz vakamız var sırada.. Ne beğendiğim bir sesi, ne bakmaya doyamadığım bir yüzü, ne kendimi kaybettiğim bir oyunculuğunu hatırlamıyorum hanımefendinin..

Ama “iç yüzünü ne bileyim, derdim de olmaz ki” dedim, 35 yaş küçük sevgilisiyle sarhoş halde gece vakti görüntülendiğinde.. “Kendi hayatı” dedim sadece.

Gerçekten de kendi hayatıydı ve ben dilediğim an o magazin programından tek tuşla zaplayabilir, bir daha da pek hatırlamayabilirdim o yüzü. Öyle de yaptım, geçenlerde kendini hatırlatana kadar kendisi..

O da çok talihsiz ifadelerle, “başörtülülerin bazıları öcü gibi korkuyorum” demişti. Üstelik bundan da fenası, sıkça dile gelen “başörtü mağduriyeti”nin abartıldığını, o kadar da mağdur olunmadığını, “laik” bir ülkede bu tür uygulamaların haklılığını anlatıyordu.  

Balçiçek İlter’in “işte budur, hep söylemek istediğimi biri çıkıp söyledi” tarzı, kafa olumlamasıyla birleşmiş “değil mi”sine gelince… O da aynı talihsiz sözleri, hem de aynı perdeden etmiş oldu bence, gerisi hikaye.

Ama çok değil, yakın zaman önce Meral Okay’ın ve ardından (hepimizin gerçekten üzüldüğü) her bir sanatçının ölümünü dahi birer propaganda malzemesi yapsalar ve gövde gösterisine dönüştürseler bile içlerinden kimi pek duyarlı (!), haklarını yememeli..

En son “Öcalan’ın tecrit uygulamasının sonlandırılmasıyla, ev hapsine alınmasına ilişkin” taleplerin dillendirildiği “açlık grevi”ne destek için toplandılar mesela.

Öcalan kim bilirsiniz.. Sayısız askerimizin, sivilin hayatlarını kaybettiği bir “dava”nın sözde lideri..  Sahi bu ölümlerden sorumlu birinin hakları için yapılan eylemi desteklediklerine göre;

Tek görevi vatan savunması olan günahsız şehitlerin, onların yaşarken ölmüş annelerinin, küçücük yetimlerinin.. Hatta okulları yakılan miniklerin, kaçırılan öğretmenlerin, binlerce ziyana uğrayan işyeri sahiplerinin de haklarını savunuyor olmalı bu “aydın- sanatçı” kesim değil mi?

Ben görmedim, hiç sanmam da ayrıca…  Hem “bizim değil.. bizi öldürenlerin, ellerin sanatçısı onlar akıllım!” der şimdi tutup da sorsan, şurdan küçücük çocuğa..  
Yorum Yazın Tüm Yorumlar
Güvenlik
Galeri
Sayfanın tüm hakları Hatice OLGUN’a aittir. 2015 ©
ana sayfa | hakkımda | fotoğraf galerisi | çizimlerim | şiirler | haber & söyleşi | yazılarım | yazarlardan | Yorumlar | bana ulaşın KA İnternet Bilişim Teknolojileri Tic. Ltd. Şti.